Sosyal medya üzerinden her akşam öğreniyoruz… Cizre’de bir şeyler oluyor! Kaç çocuk yaşamını kaybetmiş ya da kaç “şanslı” çocuk sadece yaralanmış. Çocuklar gözaltına alınmamak için hastaneye bile gidemediklerinden, bir kısmından haberimiz bile olmuyor. Öyle ya bizim İnternet üzerinden duyabilmemiz demek, çocukların kim olduğunu polisin de bileceğini gösteriyor.
Biliyoruz hepimiz, Kürt sorunu sebebiyle 30 yılı aşkın bir süre şiddetli bir çatışma yaşandığını. Bu çatışma nedeniyle son derece ağır insan hakları ihlallerinin gerçekleştiğini de. Yaşam hakkı ihlallerini, zorla yerinden edilmeleri, işkenceleri, zorla kaybetmeleri…
Biliyoruz, 30 yıldan daha fazla süren çatışmanın hepimizin yaşamının her alanını etkilediğini. Ve biliyoruz tüm bunların her toplumsal olayda olduğu gibi elbette – hatta belki de en fazla- çocukları etkilediğini. Çocukların bu çatışmanın sonuçlarını yetişkinlere göre çok daha ağır yaşadığını.
Kürt çocuklarının yıllarca anadillerini kullanmaları engellenerek şiddete maruz bırakıldıklarını biliyoruz. Gözlerinin önünde, sokaklarda evlerinde en yakınlarını kaybettiklerini de… 2005 yılında Mersin’de, daha sonra provokasyon olduğu anlaşılan bayrak yakma olayının ardından dönemin Genelkurmay Başkanı tarafından doğrudan hedef gösterildiklerini de… 2006’da dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ‘çocuk da olsa kadın da, gözlerinin yaşına bakmayacağız’ dediğinde altı çocuğun öldürüldüğünü de biliyoruz. 2006’dan sonra çocukların kendilerini daha fazla sokakta ifade etmeye başladıklarını da…
Bu arada bazı yetişkinlerin kendi kendilerine onları ‘Taş atan çocuklar’ diye tanımladığını da gördük. Binlerce çocuğun cezaevine kapatıldığını, kapatıldıkları yerlerde de -mesela Pozantı, Şakran, Sincan’da- ağır şiddete uğradıklarını da doğrudan kendilerinden dinledik. Devletin bunlara göz yumduğunu ise zamanla öğrendik. Cezaevine kapatılmalarının yetmeyip tahliye olduklarında maruz kaldıkları şiddettin devam ettiği, ağır idari para cezalarına çarptırıldıkları da var bildiklerimiz arasında. Sonra bir ara da ‘dağa çıkan çocuklar’ şeklinde konuşulmaları var, kötücül siyasete alet edilerek.
6-7 Ekim 2014 günlerinde Rojava’da yaşanılanları protesto etmek için sokağa çıktıklarında neler olduğunu da hep birlikte gördük. Öldürüldüklerini, şiddete maruz kaldıklarını… Evet şiddet üretebildiklerini de anladık. Devlet destekli çeteler tarafından gece boyu işkenceye maruz kaldıklarını, sabahında karakola teslim edildiklerini, polislerin işkencecilere hiçbir şey yapmadan çocukları gözaltına aldıklarını da -unutmamak üzere- öğrendik.
Bu günler -öyle ya da böyle- çatışmasızlık dönemi. Barış planlarının, yol haritalarının gizliden ya da açıktan tartışıldığı günler. Buna karşın Cizre’de bir şeyler oluyor. Cizre’de her akşam çocuklar ölüyor ya da yaralanıyor. Bu çocuklar bize bir şeyler diyor. Belki de sadece yaşadıklarını anlatıyor. Ancak bir bildiğimiz daha var ki kimsenin onları dinlemediği, kimsenin de onları anlamadığı… Oysa onlar her akşam ısrarla, hatta ölümü göze alarak kendilerini anlatmaya devam ediyor.
Eğer barış diyorsak, eğer adalet diyorsak, demokrasi ve özgürlük diyorsak, tüm bunları çocuklarla birlikte kurgulamadan barış, adalet, demokrasi ve özgürlük olamayacak. Biz, hepimiz çocukları dinlemedikçe, onları anlamadıkça, barışı onlarla birlikte inşa etmeye karar vermedikçe onlar ölmeye devam edecek, yaşam ve barış ihtimali bizim içimize hiç sinmeyecek.
Cizre’de çocuklar bir şeyler diyor, bize, hepimize!. Dinleyen var mı? (EK/YY)
* Ezgi Koman, Gündem Çocuk Derneği